Ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2015 Cuma

Arslanbek Sultanbekov - Dombıra



Arslanbek Sultanbekov

http://tr.wikipedia.org/wiki/Arslanbek_Sultanbekov

Dombıra (Dombra) Nogayca Sözleri

Kara kıs avulumga kelgende
Kültüldegen kar yerge tüsgende
Dombıramdı alarman
Yürek sazım çalarman
Kaygırgandı eş aytbam

Dombıra sazım estgen ataylar
Manesine es bergen anaylar
Estgenine oy berip
Yüreklerge ses berip
Köz yastı kızganmaslar

Nogaydın kaygı sansız kününde
Batirler yuklamagan kününde
Yüreklerin kötergen
Sogıslarda küş bergen
Köptü körgen Dombıra…


''Dombıra'' Türkçe Sözleri

Kara kış köyüme gelende
Lapa lapa kar yere düşende
Dombıramı alırım
Yürek sazımı çalarım
Kaygılarımı hiç söylenmem.

Dombıra sazımı işiten babalar
Manasına kulak veren analar
İşittiğini akıl yorarak,
Yürekleri titreyerek
Göz yaşlarını esirgemezler.

Nogayların derdi sayısız, her gününde
Yiğitlerin uyumadığı günlerde
Yüreklerini cesaretlendiren
Savaşlarda güç veren
Görüp geçirmiş dombıra

17 Mayıs 2011 Salı

Suvare

Hikayeler bir yerden başlar
bir an
birdenbire...

karanlık ve serin salonlarda izlenen filmler
sokakta yankılanan müzikle beraber
tatlı tatlı esen yel
şatafatlı bir ziyafet gibi suskunluklar
yağmurlar
yağmur sonrası kokular
işte yüreğimdeki yangınlar

ıslanmış bir kedi penceremde
''hırsız-yağmurda koşturan tüm insanlar-dedi''

anam haykırdı
-neredesin be çocuk
mutfakta ocağın önünde anam
yemek kokuları içinde
bir buhar bir buhar
süt yoğurt olacak
mayalamış...

neredeyim
nerede...

penceremde dur kedi

karın ağrıları aniden bastırır
bir an
birdenbire...

süt birdenbire kesilir

kaçma güzel kedi
içerideki benim
dışarıdaki de
işte ziyafet bu

ölüm
tanıdık ölümleri
acılar gözyaşları
göğün gürültüsü
hangi terazide tartılır da
karşımıza kabadayı edasıyla çıkıverir
bir an
birdenbire...

kaçma güzel kedi
benim...

anam haykırdı
-neredesin be çocuk
ekmek bitmiş

unuttuğum bir ses
bir gün
birdenbire...
hangi gün?

herşeyi sarıp sarmalayan bir esinti zaman
''ee nereye gidiyorsun''
-hey kedi
film ne zaman başladı,
kaç matinesi?


yeni öğrendiğimiz bir haberin şaşkınlığı içinde
ölümün yokedişi...
şehirleri yokeden
kedileri kaçırtan zaman
zamanı yokeden ölüm
dağları aşıp gelen ölüm
sessiz ve sakin karınca yuvalarında ışık gibi

hangi karın ağrısı bu
bir an
birdenbire...
aniden bastıran

hangi açlık
sonsuz ihtimaller içinde
saat sekiz ile beş arasına sıkıştırılmış
bitmek tükenmek bilmez sürek avı

anam haykırdı
-neredesin be çocuk

kurak toprağın üzerinde
simsiyah bir çocuk
açlığın ağlamlarında varolmaya mahkum edilmiş bir hatıra

peki bu kimin düşü ?

canımızı acıtan yitik zamanlar
yetim bırakılanlar
yetimler
ve inkar etmek üzere varolmayı becerebildiğimiz cinayetler

-hey kedi
bu film ne zaman başladı

kan kokusu tazeyken akıllar durur
bir saat gibi
zembereği bozuk bir saat
bize miras kalan

ikiyüzlülük doğumla
belki söyleyeceğimiz türküler
ölümü bir hoşgeldinle karşılayabilir
mikrodan makroya sonra kozmos
ışık hızında...
türküler

Tanrının seyrine kavuşabilir her nefeste ölebilen

şimdi sus
nefesini bırak
gözlerini kapat

ölümün sırtına binerek
sessizce karınca yuvalarını ziyarete gidiyorum
şehirlerin üzerinde dolaşıyorum

keşfedilmemiş bir astroidin başdöndüren devinimlerinde eğleniyoruz

anlatamıyor musun kendini
aynada ne görüyorsun...

hiç gitmediğim bir Anadolu kasabasının sokaklarında kayboluyorum
mevsim kış
soğuk
nefesim ölümün ürperten sızısı gibi

ey yüce Tanrım

okyanusta bir gemi
ellerim ayaklarım
çekip iteleyen bir rüzgar
yüreğim
ufukta gözlerim
görüp göreceğim aynadaki gözlerim

buradayım
buradaydım az önce

az önce
bir an
bir gün
bir yıl

birdenbire...

ne önemi var
buradasın

söyleyemediklerin
aklından gelip geçenler

en iyisi sen
yine bir türkü tuttur
hoşgeldin ölüm
doğarken söyleyemediklerine inat

E.Özdemir

Aşk Şiirleri

Bu gece şiir yazmak isterdim sana
şiir dünyanın olsun
bir tek sözüm sana
şiir değil ruhumun ebediyete uzanan kapısını açıyorum
gözlerimi kapadım
ve sabaha kadar seni düşüneceğim...
belki sen dünle uyudun
bense zamanın esaretini kırdım
ne yerde ne gökte
bilinmeyen bir yerde yanaklarından öptüm
gün geceden anlamaz güzelim
anlamaz soğuk rüzgarlar kızgın kum tanelerini
sevdim seni
ölümü gördüm yanıbaşımda
korkma!
aramızda yazgımın bilinmez inadı
mezarımı kazdırmam kimseye
yeniden uyanacakmışcasına uzanırım yatağıma...
sanadır sözlerim
nasıl gözlerimi yollarına serdiysem
anlamsız değil bu rüya
nerede güneş-acı dolu eski yaşamlar?
gözlerimi kapadım
yalnızlığın içinde
maviyi severdim,yeşili sende buldum
karanlığı...yüreğimde
hani nerede Akdeniz-denizkızları?
gözlerini ver başımın üstündeki toprağa
her bahar yemyeşil
kalanı etimle çürüyecek...
karanlığım aydınlanırken hatıralarımdaki saçlarınla
ayrıkotları sardı erimeyen kemiklerimi
sesim çıkmadı yinede
hasretin düşürdü çenemi
kırk gün...kırk yıl...
geldi geçiyor
düş kurma sevgilim düşten bir gecenin içinde
ben ölümsüzlüğü yalnızlıkta bıraktım
ellerim inadederken kurda böçeğe
beklemiyorum bir dost yüzü
ellerini göğe açmış
ben yalnızlığı yaşarken tatmışım
bırak gitsin bu yorgunun nasırlı elleri yüzünün çizgilerine
duaları kabul görür
adımı bilmeyenlerin...
ağlayan bir dost sesi duyarsam toprağımda
bir dostum ağlarsa
yarın bağrımda bir çiçek kalmaz açacak
gözlerinden yaş düşmesin...

Bu gece şiir yazmak istedim sana
bir rüya
seni benden alan
beni sana götüren
bir rüya bir rüya...

Bu gece şiir yazmak istedim sana
kırılmış sözlerimin inadı
sözlerim ekilmiş bahçenin verimli yerine
bir kış değil daha çok var...varmış...
sabredebilir mi gece güne
seni bulmaya gidiyorum
seni sevmeye gidiyorum
omuzlarımda hasret
ellerimde umut

bekle dediysem de gözlerime
düş kuracağım
uzun bir gecenin kuytu köşesinde
seni bulmaya gidiyorum
gözlerimin kapalı gecelerinde...
seni sevmeye gidiyorum
günün ilk ışıklarıyla...
sonsuz bir sesleniş Apollonun oklarıyla vurulan...


E.Özdemir

Zehir Taciri

Rüya...
rüyama ...
soğuk bir odanın ıssızlığını yansılayan
naftalin kokulu yorganlarında yattım

yağmur damlası akarken penceremden
esaretimde bir göz kırpışı...

rüya...
rüyama...
girdi kanları süzülen bir hançer

rüyama yatmışım
nikotin yapışmış bir gecede
penceremin kenarı erguvan,fesleğen

ufku bin parça,paramparça
yıldızlara sarılmış bir bahçe içinde
aşkın sorgusu
böcek gibi aheste

sallanır gibi atılan adımlar
zıttına zakkum zehir
inadına böcek pisliği...

çamağacı kokan yaz
geçmiş günlerin demirattığı berrak duru bir liman
deniz
penceremin uçunda
deniz
cumbalı evlerin fesleğen kokuları arasında sessiz bir güzel

gökgözlerin
göğü yansıtan derinliğin
zamanı kovalayan bir yel gibi sözlerin
akrep düşürdü paçalarımdan
zehir aktı dingin bacaklarıma

Aşil gibi vuruldum
Aşil gibi yakıldım

günahımı bilsem etim solardı bir adım dahi atmadan
zaman zerkoldu
zehir yayıldı bacaklarımdan vücuduma

söz gibi unutulan
unutulan ne varsa...
rüzgarlarla savrulan etlerim
didiklenen ciğerim
çalmayın severek vereceklerimi

nasıl büyük bir yemin ettimde döndüm sözümden
hangi kutsal toprağa bastım bilmeden

sar beni
sakla gece beni
yatağım acı

rüya...
rüyam...
söyle günahımı
ve ölümün kazanmadığı bir aşk ver bana...


E.Özdemir

3 Mayıs 2011 Salı

Kim O?..

Ölümlerden döndük
kar yağmış mezartaşı manzaralarında
serçe kuşları olabilirdik açlıklarımızda
bir duman
çam ağaçları arasından denize doğru süzülen
bir sızı soğukta ayak direyen
neresinden tutarsan tut
nereden bakarsan bak
ölümlerden döndük
yaşlı eller çaybardağı
penceresi sızlayan bir köy kahvehanesinde

ıssızlık yağıyor
gökkubbeden kartaneleriyle

susturuyor yalnızlığı ormandan gelen uğultular

bekliyor mutlak yalnızlıklar aşklarını
o şimdi radyodan sızan bir türkü

ölüm

ormana giden bir çift ayak izi
neresinden tutarsan tut
nereden bakarsan bak
örtüyor hayatımızı kar taneleri
izler kayboluyor
hatıralar unutuluyor

kömür kokan bu köy kahvehanesinde
yudumladık sıcak çayımızı
sonra avluda yemledik serçeleri suskunluğumuzla

en çoğu ölümle...


E.Özdemir

22 Şubat 2010 Pazartesi

O zaman

dört duvar

bıraktığın yerdeyim
anahtarı kayıp bir ızdırap gibi
mühürlenmiş kapılar ardındayım

mahkumum

mahkumum ölümden uzak bir düşe
yüzümü sürüyorum yıldızlı bahçenin duvarına
kapısı açık bir zindan bu
hem bekçisi hem mahkumuyum

ya cellad nerede

gündüz kopardıklarımı gece ekiyorum kemiklerime
bir mühlet
güneş yakısı
zehirli böcekler
kavursun hayalinde adın olan yüzsüzü

o da gelecek

bıraktığım yere
yaşların aktığı yanaklarıma
yalanların söylendiği dudaklarıma
ağlamlarıyla suskunluklarıyla
uyanan ölüler gibi odama gelecek

ve ben ona diyeceğim

sonsuz bir gün gibi
her şeyi bana vereceksin...

E.Özdemir

Cenin

Hangi dağ hangi nehir
ve hangi orman
kemik beyazı kan kırmızısı
tel tel örgüler
ömür boyunca ürkek çalıkuşu
pembe duvarda gümüş çerçeveli resim
bir ağaç dalına bastın
sesimle kırılan kemiklerim
haykırdım cenin
suyuma girdin
suyumu kirlettin
kanımla bastır susuzluğunu
dağlarıma tırman
evimi yaktın
evimi yıktın
anaların rahminde cenin
dinmeyen bir sızı
ölülerimizi konuşturan resim
cenin

gecenin altı köşesi
ağlayan çocuklar
çocuklarımın
gözyaşlarında saklı bir kin

Hangi dağ hangi nehir
ve hangi orman
şimdi yurt bana
hangi mezar cenin bana
pembe duvarda gümüş çerçeveli resim
şimdi her evde
görmediniz duymadınız
ve bilmediniz
Cenin...

E.Özdemir