17 Mayıs 2011 Salı

Foça ''Phokaia - Φώκαια'' Vol. I - İzmir / Türkiye








Suvare

Hikayeler bir yerden başlar
bir an
birdenbire...

karanlık ve serin salonlarda izlenen filmler
sokakta yankılanan müzikle beraber
tatlı tatlı esen yel
şatafatlı bir ziyafet gibi suskunluklar
yağmurlar
yağmur sonrası kokular
işte yüreğimdeki yangınlar

ıslanmış bir kedi penceremde
''hırsız-yağmurda koşturan tüm insanlar-dedi''

anam haykırdı
-neredesin be çocuk
mutfakta ocağın önünde anam
yemek kokuları içinde
bir buhar bir buhar
süt yoğurt olacak
mayalamış...

neredeyim
nerede...

penceremde dur kedi

karın ağrıları aniden bastırır
bir an
birdenbire...

süt birdenbire kesilir

kaçma güzel kedi
içerideki benim
dışarıdaki de
işte ziyafet bu

ölüm
tanıdık ölümleri
acılar gözyaşları
göğün gürültüsü
hangi terazide tartılır da
karşımıza kabadayı edasıyla çıkıverir
bir an
birdenbire...

kaçma güzel kedi
benim...

anam haykırdı
-neredesin be çocuk
ekmek bitmiş

unuttuğum bir ses
bir gün
birdenbire...
hangi gün?

herşeyi sarıp sarmalayan bir esinti zaman
''ee nereye gidiyorsun''
-hey kedi
film ne zaman başladı,
kaç matinesi?


yeni öğrendiğimiz bir haberin şaşkınlığı içinde
ölümün yokedişi...
şehirleri yokeden
kedileri kaçırtan zaman
zamanı yokeden ölüm
dağları aşıp gelen ölüm
sessiz ve sakin karınca yuvalarında ışık gibi

hangi karın ağrısı bu
bir an
birdenbire...
aniden bastıran

hangi açlık
sonsuz ihtimaller içinde
saat sekiz ile beş arasına sıkıştırılmış
bitmek tükenmek bilmez sürek avı

anam haykırdı
-neredesin be çocuk

kurak toprağın üzerinde
simsiyah bir çocuk
açlığın ağlamlarında varolmaya mahkum edilmiş bir hatıra

peki bu kimin düşü ?

canımızı acıtan yitik zamanlar
yetim bırakılanlar
yetimler
ve inkar etmek üzere varolmayı becerebildiğimiz cinayetler

-hey kedi
bu film ne zaman başladı

kan kokusu tazeyken akıllar durur
bir saat gibi
zembereği bozuk bir saat
bize miras kalan

ikiyüzlülük doğumla
belki söyleyeceğimiz türküler
ölümü bir hoşgeldinle karşılayabilir
mikrodan makroya sonra kozmos
ışık hızında...
türküler

Tanrının seyrine kavuşabilir her nefeste ölebilen

şimdi sus
nefesini bırak
gözlerini kapat

ölümün sırtına binerek
sessizce karınca yuvalarını ziyarete gidiyorum
şehirlerin üzerinde dolaşıyorum

keşfedilmemiş bir astroidin başdöndüren devinimlerinde eğleniyoruz

anlatamıyor musun kendini
aynada ne görüyorsun...

hiç gitmediğim bir Anadolu kasabasının sokaklarında kayboluyorum
mevsim kış
soğuk
nefesim ölümün ürperten sızısı gibi

ey yüce Tanrım

okyanusta bir gemi
ellerim ayaklarım
çekip iteleyen bir rüzgar
yüreğim
ufukta gözlerim
görüp göreceğim aynadaki gözlerim

buradayım
buradaydım az önce

az önce
bir an
bir gün
bir yıl

birdenbire...

ne önemi var
buradasın

söyleyemediklerin
aklından gelip geçenler

en iyisi sen
yine bir türkü tuttur
hoşgeldin ölüm
doğarken söyleyemediklerine inat

E.Özdemir

Aşk Şiirleri

Bu gece şiir yazmak isterdim sana
şiir dünyanın olsun
bir tek sözüm sana
şiir değil ruhumun ebediyete uzanan kapısını açıyorum
gözlerimi kapadım
ve sabaha kadar seni düşüneceğim...
belki sen dünle uyudun
bense zamanın esaretini kırdım
ne yerde ne gökte
bilinmeyen bir yerde yanaklarından öptüm
gün geceden anlamaz güzelim
anlamaz soğuk rüzgarlar kızgın kum tanelerini
sevdim seni
ölümü gördüm yanıbaşımda
korkma!
aramızda yazgımın bilinmez inadı
mezarımı kazdırmam kimseye
yeniden uyanacakmışcasına uzanırım yatağıma...
sanadır sözlerim
nasıl gözlerimi yollarına serdiysem
anlamsız değil bu rüya
nerede güneş-acı dolu eski yaşamlar?
gözlerimi kapadım
yalnızlığın içinde
maviyi severdim,yeşili sende buldum
karanlığı...yüreğimde
hani nerede Akdeniz-denizkızları?
gözlerini ver başımın üstündeki toprağa
her bahar yemyeşil
kalanı etimle çürüyecek...
karanlığım aydınlanırken hatıralarımdaki saçlarınla
ayrıkotları sardı erimeyen kemiklerimi
sesim çıkmadı yinede
hasretin düşürdü çenemi
kırk gün...kırk yıl...
geldi geçiyor
düş kurma sevgilim düşten bir gecenin içinde
ben ölümsüzlüğü yalnızlıkta bıraktım
ellerim inadederken kurda böçeğe
beklemiyorum bir dost yüzü
ellerini göğe açmış
ben yalnızlığı yaşarken tatmışım
bırak gitsin bu yorgunun nasırlı elleri yüzünün çizgilerine
duaları kabul görür
adımı bilmeyenlerin...
ağlayan bir dost sesi duyarsam toprağımda
bir dostum ağlarsa
yarın bağrımda bir çiçek kalmaz açacak
gözlerinden yaş düşmesin...

Bu gece şiir yazmak istedim sana
bir rüya
seni benden alan
beni sana götüren
bir rüya bir rüya...

Bu gece şiir yazmak istedim sana
kırılmış sözlerimin inadı
sözlerim ekilmiş bahçenin verimli yerine
bir kış değil daha çok var...varmış...
sabredebilir mi gece güne
seni bulmaya gidiyorum
seni sevmeye gidiyorum
omuzlarımda hasret
ellerimde umut

bekle dediysem de gözlerime
düş kuracağım
uzun bir gecenin kuytu köşesinde
seni bulmaya gidiyorum
gözlerimin kapalı gecelerinde...
seni sevmeye gidiyorum
günün ilk ışıklarıyla...
sonsuz bir sesleniş Apollonun oklarıyla vurulan...


E.Özdemir

Kral

Dostlarımı görmeyeli uzun zaman oldu
bir sağırlık
haykıramamak
yüreğimin kelepçesi

bedeli ödenmeye çalışılan günahlar
''şiir çalmıştım kahve kokularıyla kavrulmuş
demir bilyeler yutkundum sanki çifte kavrulmuş''

dost kahvesi hatırına
fildişi beyazında fincan kırıkları

az veren candan verirmiş
peki ya kendinden çalan
nereye saklar çaldıklarını

kar beyazında dişlerin çürümeyecek mi ?
çürümez deme
super marketten alınmış diş macunu değil
kara toprak
çürümüşlük yürekte başlarken
belki en son gülüşün sarkar
örümcek yuvası ağzından

Ali Baba ve Kırkharamiler
gözlerim yaşlı
görüyorum
haramiler kırkı çoktan geçti

açıl susam açıl hazinen geldi

deniz ayırıyor iki dağı
dağlanmış yüreğim denizle ayrılmıyor
engin bir mavilikte yüzüyor

işte ıslak bir sonbahar sabahında
rüzgarın gözlerime çam kokusu ekiyor

sevişen bedenler
yorulan yürekler

günbegün gözlerimdeki yataklarda yaltaklanan
tahtına kurulan kurnaz kral

kralın soytarısı

bir zaman bir deniz
ayaklarımın bağı
sevdiğime gittim sevisiz döndüm
köyüme gittim dağsız döndüm

eski dostlar sıralandı hayallerimin yolunda
uzakta bir çoban
yayılmış dağ gibi yeşilliklere kuzularıyla
bir çakal kopardığı yüreği gömüyor
ormanın karanlık kuytularında

uzaklarda bir çığlık
kar gibi
savruluyor rüzgarlarla ormanın üzerine

gün yükselirken adımlarımı salıverdim
senden uzaklara
gece sararken göğü
kuzularımı topladım

çoban krallar

türkü söyledi bir zamanlar

göğümde güneş
adımlarım dik
ekmeğim temiz

E.Özdemir

Zehir Taciri

Rüya...
rüyama ...
soğuk bir odanın ıssızlığını yansılayan
naftalin kokulu yorganlarında yattım

yağmur damlası akarken penceremden
esaretimde bir göz kırpışı...

rüya...
rüyama...
girdi kanları süzülen bir hançer

rüyama yatmışım
nikotin yapışmış bir gecede
penceremin kenarı erguvan,fesleğen

ufku bin parça,paramparça
yıldızlara sarılmış bir bahçe içinde
aşkın sorgusu
böcek gibi aheste

sallanır gibi atılan adımlar
zıttına zakkum zehir
inadına böcek pisliği...

çamağacı kokan yaz
geçmiş günlerin demirattığı berrak duru bir liman
deniz
penceremin uçunda
deniz
cumbalı evlerin fesleğen kokuları arasında sessiz bir güzel

gökgözlerin
göğü yansıtan derinliğin
zamanı kovalayan bir yel gibi sözlerin
akrep düşürdü paçalarımdan
zehir aktı dingin bacaklarıma

Aşil gibi vuruldum
Aşil gibi yakıldım

günahımı bilsem etim solardı bir adım dahi atmadan
zaman zerkoldu
zehir yayıldı bacaklarımdan vücuduma

söz gibi unutulan
unutulan ne varsa...
rüzgarlarla savrulan etlerim
didiklenen ciğerim
çalmayın severek vereceklerimi

nasıl büyük bir yemin ettimde döndüm sözümden
hangi kutsal toprağa bastım bilmeden

sar beni
sakla gece beni
yatağım acı

rüya...
rüyam...
söyle günahımı
ve ölümün kazanmadığı bir aşk ver bana...


E.Özdemir

3 Mayıs 2011 Salı

Kuzgun... Edgar Alan Poe

Kuzgun...

Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
Başka kim gelir bu zaman?"

Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan,
Adı artık anılmayan.

İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu zaman?"

Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.

Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
Yalnız bu sözdü duyulan.

Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
Başkası değil rüzgârdan..."

Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.

Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
Adı "Hiçbir zaman" olan.

Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
Hiç -ama hiç- hiçbir zaman."

Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman."

Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
Değmeyecek hiçbir zaman!

Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

"Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!"
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."

Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak - hiçbir zaman!

(Çeviri:Ülkü Tamer)

Kim O?..

Ölümlerden döndük
kar yağmış mezartaşı manzaralarında
serçe kuşları olabilirdik açlıklarımızda
bir duman
çam ağaçları arasından denize doğru süzülen
bir sızı soğukta ayak direyen
neresinden tutarsan tut
nereden bakarsan bak
ölümlerden döndük
yaşlı eller çaybardağı
penceresi sızlayan bir köy kahvehanesinde

ıssızlık yağıyor
gökkubbeden kartaneleriyle

susturuyor yalnızlığı ormandan gelen uğultular

bekliyor mutlak yalnızlıklar aşklarını
o şimdi radyodan sızan bir türkü

ölüm

ormana giden bir çift ayak izi
neresinden tutarsan tut
nereden bakarsan bak
örtüyor hayatımızı kar taneleri
izler kayboluyor
hatıralar unutuluyor

kömür kokan bu köy kahvehanesinde
yudumladık sıcak çayımızı
sonra avluda yemledik serçeleri suskunluğumuzla

en çoğu ölümle...


E.Özdemir

Gölgeler...''Shadows...''